Çağlar boyunca, güçlü zayıfı ezdi; kurnaz ve kalpsiz, aptal ve masum olanları tuzağa düşürdü ve köleleştirdi, ve insanlık tarihinde, hiçbir yerde, hiçbir Tanrı ezilenlerin yardımına koşmadı. - Robert Ingersoll

13 Mart 2014 Perşembe

insanın düşmanı

insan insanın düşmanıdır ey dostlar...

cinsiyeti, tercihi ne olursa olsun. bakıyoruz sokaklara polis halktan birini vuruyor. özel hayatlarımıza bakıyoruz bir insan geliyor ve küçük kalbini söküveriyor yerinden.

canını yakıyor...
ağlatıyor...
kırıyor...

kimin hakkı var ki buna? tanrı kime bu hakkı vermiş? oysa ki bütün dinlerde aynı şey yer almaz mı?
''tanrıdır alanda verende canı''

biz mi yanlış öğrendik acaba anne babalarımızdan? o zaman onlarda yanlış öğrenmiş oluyor anne babasından. sizce de bir terslik yok mu?

insanlar konuşa konuşa anlaşır diyen atalarımızın körü körüne bu lafı söylemiş olabilme ihtimali bu kadar düşükken neden insanlara laf anlatmak bu kadar zor?

anlamıyorum...

neyse,
demem o ki
artık insan insanın düşmanıdır, dostu değil.

11 Mart 2014 Salı

berkin elvan ölümsüzdür.

14 yaşında bir çocuk düşünün...
hatta kendi çocukluğunuzu ya da çocuğunuzu düşünün. ekmek almaya gidecekse, o bunu istiyorsa durdurabilir miydiniz? annem beni durduramazdı!

berkin'inde annesi durduramadı işte.
gitti, çıktı o evden son kez ve şimdi tabutu girecek eve.
ekmek almak için çıktı o delikanlı. ne geziyle ilgisi vardır ne de protestoyu biliyordu.

''emri ben verdim!''
diye zihniyet yüzünden toprağa verilecek gencecik fidan.

nerede adalet?
nerede din?
o annenin feryatları...
o ailenin gözyaşları...
nasıl verecekler bunların hesabını?
nasıl vicdanları rahat evlerinde uyuyacak bütün türkiye ağlarken berkine?

ölen onların çocukları değil...
berkin onların değil!
ali ismail onların değil!
suriye de ölen askerim onların değil!

elinizi vicdanınıza koyun artık. hangi ülkede görülmüştür böyle birşey? hangi ülkede yaşanır?
çağdaş medeniyet seviyesine yükseltmek için uğraşan atamın kemikleri sızlıyor şimdi. çağdaş medeniyeti geçelim, medeniyet sahibi bile olamadık.

dışardan köpek maması getirttiği için asılan başbakanım var benım ! Adnan Menderes gerçeği varken bu ülkede, 8 tane genci verdik biz toprağa!

uyan türkiyem, uyan!
bağnazlığa karşı, yobazlığa karşı, dini istismar edenlere karşı artık uyan!
biz uyudukça emeğimizi çalıyorlar.
biz uyudukça çocuklarımızı öldürüyorlar.
biz uyudukça dinimizi istismar ediyorlar.
müslüman bir ülkeyiz ya dininizin hakkı için istismara izin verme!


8 Mart 2014 Cumartesi

dünya kadınlar günü

Emekçi kadınıma,
Zorla evlendirilen miniğime,
Kocasından şiddet gören anneme
Selam olsun...

Evet, bugün kadınlar için özel bir gün. Bizim günümüz...
Her yerde ''8 mart dünya kadınlar gününüz kutlu olsun'' yazıdığını, karanfiller dağıtıldığını görmüşüzdür.
Peki ya neden?

Boşuna uğraşmayın artık yeter!
Artık bizim gözlerimizi bile boyayamıyorsunuz. Harcadığınız paralara yazık!

Siz ki; o küçük gelinlere ses çıkarmadınız,
Siz ki evinize gittiniz karınızı dövdünüz ya da kadına uygulanan şiddete göz yumdunuz.
Bir gün için mi bütün bu safsata?
Artık kanmıyoruz sizlere.

Sen adam!
Hissettin mi benliğimi benden alırken bir hayvan, üzerimdeki ağırlığı hissettin mi? O kirlenmiş hissetmeyi tattın mı? O bütün geleceğini etkileyebilecek olayı yaşadın mı?
Erkek çocuğu doğuramadın diye dayak yedin mi öldüresiye hemde?

İnsanlığın cinsiyeti olmaz, olamaz da. Ama burası Türkiye.  Burada kadınsan psikolojik olarak güçlü olman lazım. Neden mi?
Kuaförden dışarıya adım attığın an fön çektirmiş bile olsan sözle tacize maaruz kalacaksın.
İş yerinde terfi etmen için bedenini isteyecekler ya da işten çıkarılmaman için.
Yemeği tuzlu yaptığın için dayak yiyeceksin,
Beş aylık bebeğin ağlıyor diye dayak yiyeceksin.
Barda kız arkadaşlarınla eğleniyorsan "kesin akşama bende" bakışlarına maaruz kalacaksın.

Aman kızım canım kızım...
Yapma kızım etme kızım...

Gelmiş densizin biri bakireliğimi sorguluyor.
Ne olmuş arkadaşım?
Aşık oldum seviştim!
Arzuladım seviştim!
Namusu, arı siz bacak arasında mı zannediyorsunuz orospu beyinlerinizle?

Evet insanlığın cinsiyeti olmaz.
İnsan olanın ağzından "sen kadınsın" çıkmaz.


5 Mart 2014 Çarşamba

ve tanrı gülümsemeleri çaldırtmasın

nasıl mı bu denli gülerek yaşayabiliyorum?

çok basit...
doğayı ve doğanın kurallarını hayatına uygulayan, bunu başarabilen her insan kolaylıkla yapabilir bunu.

mesela...
gülüyorum...
insanlara gülen gözlerle bakıyorum...
sen insanoğlu bir baksana etrafına. herkesde bir dert, herkesde bir tasa, hayat koşuşturmacası içinde, yüzleri asık. olan pozitifliğini de almıyorlar mı?
işte tanrı beni bunun için gönderdi.
gülümseyeyim ki insanlar hayata bakmaya başarsınlar, düşünsünler derde, tasaya rağmen gülümseyebiliyormuş insan desinler diye...
tabii ki anlayana.

e ben deli miyim ?
tabi ki değilim.
öyle ayılıp bayılmıyorum da gülmek için...
ama dert, tasa işte geçecek. açılan yaralar iyileşecek. zaman denilen kavram bunun için var.
ben ölümüne acılar çekerimde senin ruhun duymaz. neden?
anlatamam, anlatmam ki...
acı benim acım, kime ne bundan?

her uyandığın gün için, değişik bakış açıları kazandırman lazım yaşamına. tekdüze hayatlar ahmak işidir çünkü.

birazda gülümse hani...
unutma gülümsemeyi, çaldırtma kimseye tebessümlerini.
unutma...
şu an acı çekiyorsan
senin yüzündendir, suçlu arayacaksan mutlaka aynaya bak.

5 Ocak 2014 Pazar

meleklerin aşkı

haydi gidelim dedi Odana...

sadece gitmek istiyorum. kimsenin olmadığı bir yere gidelim, yeniden başlayalım hayatımıza, yeni bir sayfa açalım, kimseyle uğraşmadan, kimsenin hayatımıza karışmasına müsaade etmeden sonsuz olacağımız günü bekleyelim...

Odata korkar...
Odana neden böyle bir şey istemiştir ki? düşüncelere kapılır birden...
ama anlam veremez Odananın neden böyle bir şey istediğine. bildiği kadarıyla buraları çok seviyordu halbuki o...

Odana, anlaşılmadığının farkındaydı...
artık katlanamıyordu karanlıkta uçmaya, yaşamaya. istemiyordu artık karanlığı, güneşi görmek istiyordu. o kasvetli, karanlık dünyadan çok sıkılmıştı. ancak Odata bunu anlamıyordu... öyle bir yerdi ki yaşadıkları...

çevrelerinde ki herkes ve herşey sahteydi,yalandı,bozuktu,kirliydi. o artık tertemiz bambaşka bir evrende yaşamak istiyordu. olabildiğine saf, sadece ikisinin olacağı küçük bir evren istiyordu.

Odata aniden soruverdi; ''sen değil miydin buralara aşık? şimdi nasıl olur da istersin buralardan uçup gitmeyi? nasıl terk etmek istersin?''

Odananın gözleri doldu bir anda...

Odata şaşkın, melekler ağlamazlardı ki...

ve anlatmaya başladı Odana;
                     katlanması zor geliyor artık bu dünyayı... herşey o kadar sahte ki, gerçek olanları bile ayırt edemiyorum. yoruldum savaşmaktan. çevremizdekilerle, kendimizle savaşmaktan yoruldum. sürekli koşturmaca, sürekli bir telaş içindeyiz. birbirimize bile doyamadık bunca zamandır. hem baksana buradaki kainata... Tanrının karanlıkla cezalandırdığı bu yerde daha ne kadar dayanabiliriz söylesene Odata? daha ne kadar karanlığa hizmet edebiliriz? daha ne kadar güneşe hasret olabiliriz? sen özlemedin mi o gülen baharları, yazı? sen hiç aklından geçirmedin mi buradan kurtulmayı? buranın lanetinden kurtulmayı? evet, ben aşıktım, hala aşığım bu gökkubbeye, gitsem de yine aşık kalacağım belki de özleyeceğim ama seninle huzur içinde sonsuzluğu beklemek varken neden bir koşuşturmanın içinde kalayım ki gökkubbe aşkı için? dayanamıyorum Odata, dayanamıyorum artık ne olur gidelim bu karanlık dünyadan, ne olur! kuralım küçük dünyamızı, kimsenin bizi tanımadığı bir yere gidelim... lütfen Odata, lütfen...

Odananın dilinden düşen her bir kelime aynı zamanda gözyaşı oluverdi bir anda ve konuştukça Odata daha fazla şaşırıyordu. melekler ağlayamazdı. onların aşkı hissetmeleri bile mücizeyken nasıl oluyorda Odana bu denli yoğun duygular hissedebiliyordu...

Odana gitmek istemiyordu, hemde hiç.
bütün herşeyi buradaydı çünkü. ailesi,arkadaşları... ama yine de zaman istedi Odatadan ve ayrıldılar.
yalnız kalmak isteyince gittiği koya gitti Odana ve düşünmeye başladı....
             
                            ahh Odata... neden şimdi böyle bir şey istedin ki? burayı bırakıp nasıl gideyim ben. bu kadar sorumluluk varken omuzlarımda seninde sorumluluğunu nasıl alayım ben? karanlık kainat burada evet, bende sıkıldım artık bu karanlıktan ancak ne yapabilirim ki? hazır değilim hem ben seninde sorumluluğunu almaya. ama kıyamıyorum da sana bir yandan, hayır demekte istemiyorum. evet, evet çok haklısın söylediğin her bir kelimede. ancak yapamam, gelemem seninle bir başka evrene. ben mahkumum burada köle olmaya. seni de yanıma alıp, seninde köle olmanı bekleyemem senden. özgürsün sen, prangalar vuramam sana, enerjini kendi ağırlığımla yok edemem hakkım yok buna. nasıl söylerim gitmek istemediğimi? nasıl kırarım bir kez daha kalbini? benim için yaptığın onca fedakarlıktan sonra nasıl hakkını öder de gönderirim seni başka kainata? ne yapacağım şimdi ben? zoruma giden ne? Odata olmadan bir gelecek mi? yoksa onun kadar cesur olamayışım mı bu denli yaraladı beni? ahh be sevgili Odatam... neden şimdi karmaşaya sürükledin ki beni yeterince karmaşık değilmişim gibi...

Odana bunları düşünürken Odata da merak içindeydi ve Odananın cevabını beklemeden hazırlık yapmaya başladı. çünkü artık burada kalmayacaktı. kalamzdı. daha fazla karanlıkta boğulamazdı. Odana onun güneşiydi hayatını aydınlatan ancak ona bağlı yaşayamazdı bu kör karanlıkta. 

Odana kararını vermişti ancak söyleyemezdi bu kararı Odatanın yüzüne. o yüzden bir güvercin yolladı ona ve şunları söylemesini istedi güvercinden;

                                        ahh Odatam... benim tatlı meleğim. sana asla hayır demek istemezdim ama mecburum buna, mecburum bu karanlık kainatta yaşamaya. biliyorsun sende bir çok sorumluluk var omuzlarımda, seninkini de alamam ben. kaldıramam bu kadar yükü. bende istemiyorum karanlığın kölesi olmayı ama çıkamam buradan. sana söyleyemesem de sen benim huzurumdun meleğim ama ayrılıyor burada yollarımız, ayrılıyor kanatlarımız. çok üzgünüm, çok üzgünüm Odatam sana, senin enerjine layık bir sevgili, arkadaş olamadım... affet beni...

Odata yıkıldı...
asla bu cevabı beklemiyordu ondan. nasıl? nasıl olur da bunları söyleyebilirdi? herşeye gögüs gererek çıktıkları yolda Odana nasıl yalnız bırakabilirdi?

onca hissettiği o yoğunluktan eser yoktu şimdi Odatanın... tek hissettiği huzur yuvasından kovulmuş bir melek olmanın verdiği yalnızlık hissiydi... biliyordu elbette ki devam ettirecekti hayatını ama nasıl?

şimdi gitme vaktiydi Odata için...
yükseldi...
biraz...
biraz daha...
şimdi o lanetli karanlık kanatlarının altındaydı. son kez baktı o lanete, son kez iki damla yaş aktı gözlerinden ve gitti arkasına bakmadan.
tek dileği vardı; Odatanın asla mutlu olmaması...

                                            Odata... öyle bir karanlığa gömül ki... Tanrın bile kurtaramasın seni. sen beni öyle bir hayal kırıklığına uğrattın ki, her geçen gün öl sende, kırıla kırıla öl. hiç bir acı hissetmeden sadece farkında ol günden güne sonsuz olduğunu. sen beni yoksaydın ya, sende yok sayıl hayatın boyunca. ben şimdi yarımca gidiyorum ya, sende öyle bir zamanda yarımca kal ki bir an önce sonsuz olmak için dualar et. ahh Odata... emeklerimi o kadar harcadın, yok saydın ya, her baktığın yerde beni gör, gömül yok ol karanlığın ortasında. acılar çek. bağır avazın çıktığı kadar haykır ancak kimse el uzatmasın sana kal acınla, sonsuzluğunu bekle. ahh Odata, dilerim ki Tanrı seni karanlığın tam ortasında yapayalnız biçare bıraksın.